Gravity Falls kreatif yönetmeni Mike Rianda'nın uzun metrajlı film yönetmenliğindeki ilk eseri The Mitchells vs The Machines, Türkçe adıyla Ailem Robotlara Karşı, Netflix'te yayına girmesiyle birlikte büyük ilgi topladı.
Sony Pictures Animation’dan The Mitchells vs. The Machines, ad değişikliği, ad değişikliğini geri alma, yayınlanmanın gecikmesi gibi karmaşık, 6 yıllık bir yolun ardından şimdi Netflix'te yayınlanıyor. Spider-Man: Into the Spider-Verse'in arkasındaki dinamik, Oscar ödüllü ikili Phil Lord ve Christopher Miller tarafından üretilen, bir ailenin yeniden bağlanma mücadelesini anlatan yepyeni bir animasyon komedisi... Sıra dışı mizahı, yeni animasyon tasarımları ve benzersiz hikaye anlatma tarzıyla izleyicilerden büyük beğeni topladı.
Film, eski Gravity Falls yazarı Mike Rianda (aynı zamanda dizinin yaratıcı yönetmeni) ve yardımcı yönetmen olarak görev yapan Jeff Rowe tarafından yazıldı.
Sony, orijinal bir film yapma fırsatıyla Rianda'yla ilk kez 2015 yılında görüştü. Rianda, Sony'e "fikirlerle dolup taştığını" söylese de o sırada aklında hiçbir şey olmadığını itiraf etti. Uygulanabilir bir şey bulmaya zorlandığında en çok sevdiği şeyi yani çılgın ailesini katil robotlarla birleştirdi.
Televizyon animasyonundan uzun metrajlı filmlere geçiş yapmakta zorlanan Rianda, filminin 30 Nisan'da vizyona girmesinden hemen önce yapılan canlı bir röportajda bu yolculuğunu anlattı.
Evet, kesinlikle. İnsanlar, "Gecikmeden endişeleniyor musunuz?" diye sorduklarında ben de "Nefret etmediğim için mutluyum!" diyordum. Filmden gurur duyuyorum. Bence ekip de gurur duyuyor. Bu benim büyük korkularımdan biriydi, çünkü bu filmde çok sayıda yetenekli sanatçı var ve eğer bunu boşa harcarsanız, zamanlarını da boşa harcarsınız. Ben sadece o insanların yaptıklarından gurur duymalarını ve zamanlarının değerli olduğunu hissetmelerini istiyorum.
Çok fazla baskı vardı. Elimizden geldiğince işi en iyi hale getirmek için kendimize uyguladığımız baskının bir kısmı tabii.
Ekip üyelerini kendi başlarına katkıda bulunmaları için teşvik etmek, olumsuz zamanlarda bile coşkuyla harekete geçirmek için uğraştım. Bunlar harika sanatçılar ve filme bir şeyler katabilirlerse, bunu teşvik etmek istersiniz. Yönetmenlerin "Hayır, yönetmen benim!" gibi davrandığı prodüksiyonlar çok gördüm. Benim için ise "Yönetmen ben miyim?" sorusu daha hakim ve herkesin katkıda bulunabileceğini hissetmesini istedim. Bu benim fikrim diye en iyi fikir olduğu anlamına gelmez. Yani ekipte en iyi fikre sahip olan kazandı.
Çılgınca oldu! Bu çok çılgınca farklı çünkü çok daha fazla önemsemek gerekiyor. Seyirci 22 dakikalık bir televizyon bölümüne değil, 90 dakikalık bir filmle ilgilenmeli. Çünkü ilgilenmezlerse filmi kapayacaklar. Bir televizyon şovu çok çabuk biter, ya çalışır ya da çalışmaz. Kendi tecrübelerime göre, televizyondaysanız hızlı hareket etmeye alışkın olmalısınız. Filmde ise bazen insanlar, "Film yapıyoruz, rahatla, rahat çalış" şeklinde düşünebiliyor. Rahatlamanın kesinlikle bir değeri var ama şunu da unutmamak gerekir ki sürecin her aşamasında filmi yeniden yapıyorsunuz. Televizyon temposu biraz yorucu olsa da film de benim için inanılmaz değerliydi. Bize gerçekten hızlı bir şekilde tekrarlayabileceğimizi öğretti. "Tamam, sahne çalışmıyor. Hadi tekrar deneyelim" diyorduk.
İnanılmaz derecede oldu. Bir keresinde, bir storyboard sanatçısının uzun metrajlı bir film yönetmeniyle kararları sebebiyle dalga geçtiğini duydum. Bir yönetmen olarak işiniz kararlar vermektir. Televizyonda da zaman kısıtlamaları hep vardır. Ancak tek bir şey üzerinde çalışıyor olsanız bile, her zaman projenin son tarihi vardır. İşinizi önceliklendirmelisiniz. Örneğin, bir işi izleyici önünde göstereceğiniz zaman, neyin yeterince iyi olduğunu ve neyin 10 yinelemeden geçmesi gerektiğini gerçekten anlamanız gerekir. Televizyon bunu anlamama yardım etmede inanılmaz derecede değerliydi çünkü sadece belli bir noktada salıvermek zorundasın. Bir günümüz var, bu yüzden sadece bu şeye odaklanabiliyoruz.
"Sen bu storyboardları yap, sen onları ulaştır, sen de onları animasyona çevir" şeklinde çalışmaya alışmıştım. Filmde çalıştığım ekip ise bu tutumu sevmemişti. Televizyon ortamına alışmıştım ve yaratıcılıklarını bastırıyordum. Onlara güveniyor ve “Evet, ne istersen dene. Bir fikriniz varsa, onunla çalışın." diyordum. Çekimi sonlandırmamız gerekmeden birkaç gün önce, "yaptığımız şeyler işe yaramazsa, geriye döner belki de storyboardlarla gideriz" diye konuşmuştuk. Tabii buna gerek kalmadı, filmi gerçekten canlandırdık. Bu da tüm sanatçıların potansiyelini ortaya çıkardı.
Filmdeki en büyük zorluk, her şeyin yolunda gitmesini sağlamaktı. Yani, eğer bir şaka varsa, şakanın komik olduğundan emin olmak. Bir karakter varsa, karakterin unutulmaz olduğundan emin olmak. Duygusal bir sahne varsa, izleyiciyi doğru şekilde meşgul ettiğinden emin olmak. Makro düzeyde, seyircinin bir filme ihtiyaç duymasını sağlamak. Bazen filmin başındaki duygular konusunda çok küstah davranıyorduk. O şekilde çıksaydı, filmi izlerdiniz ve "Bu sadece bir grup aptalca şaka. Ne izliyorum ben?" derdiniz. Daha sonra fark ettik ki izleyiciyi duygusal olarak erkenden kilitlersek, o zaman içeri gireriz.
Katie'nin dizüstü bilgisayarı kırıldığında seyircinin nefesini tuttuğunu görmek gibi. Filmin başlangıcı, ilk 15 veya 20 dakika sizi etkileyemediysek film işe yaramamıştır ve bir felakettir. Fakat işe yararsa, bir şansımız var. Yani bu muhtemelen en zor ve en büyük şeydi.
Bu film gerçekten aile hakkında. Umarım filmi izledikten sonra, ebeveynlerin çocuklarını daha iyi anlamasını sağlayabilir veya çocukların ebeveynlerini daha çok takdir etmeyi öğrenmelerini sağlayabilir veya ilişkilerin romantik ya da aile olarak yürümesinin zor olduğunu öğrenmelerini sağlayabiliriz. Çünkü buna değer. Bizi teknolojiye kıyasla benzersiz kılan şey ilişkilerdir. Sahip olduğumuz her şey onlara ve onlar uğruna savaşmaya değer. Temel olarak, sadece dünyayı iyileştirmek istiyorum. Bu benim tek amacım.
Kaynak: Awn